Bilginin Doğası
Bilgi, her canlının temel yaşamsal ögelerinden biridir. Dawkins’in (2002, s.143) deyimiyle, bütün canlıların merkezinde yatan şey bilgi, sözcükler, talimatlardır.
Canlıların ‘bilgi’ ile ilişkisi, yine Dawkins (2002, s. 147) tarafından şu örneklerle verilir:
Tek bir insan hücresinde 30 ciltlik Encyclopaedia Britannica’nın tümünü üç dört kez kaydedebilecek bilgi kapasitesi vardır… Tek bir zambak tohumunda ya da tek bir semender
sperminde Encyclopaedia Britannica’yı baştan aşağı 60 kez kaydedecek depolama kapasitesi vardır. ... “ilkel” olarak anılan amiplerin DNA’sında 1000 Encyclopedia
Britannica’daki kadar bilgi bulunur.
Canlı olma ve yaşamı sürdürmenin koşulu bilgi ile başlıyor denebilir. Aristoteles’in “doğal olarak bütün insanlar bilmek isterler” (1985, s. 54) yaklaşımı da bilginin yaşamsal önemini ortaya koyar. Bilgi ile kurulmayan herhangi bir canlı hücresi yanında, düşünce, eylem, duygu durumundan da söz edilemez.
Bilgi, felsefi olarak bilen (özne/ süje) ile bilinenin (nesne/ obje) uyumu biçiminde tanımlanır (Mengüşoğlu; 1983, s. 47; Aster, 1994, s.14; Öner, 2005, s. 9). Bilme de doğru bilgiye, bilinene uygun olarak bilgiye ulaşma eylemidir (Aster, 1994, s.12). Bu durum yalnız ussal değil aynı zamanda bir ruhsal eylemdir de (Aster, 1994, s. 11). Bu yaklaşım, bilgi kavramının temellendirilmesinde yalnız felsefe değil, ruhbilimide göz önüne alınmasını gerekli kılmaktadır (Dick, 1999, s.306). Nitekim, Piaget’nin (1984, s.11) Beth’den aktardığı; bilgi kuramının (epistemolojinin) sorunu, insan düşüncesinin bilimsel bilgiyi üretmeyi becerebileceğinin ne denli gerçek olup olmadığını açıklamaktır. “Bunu yapmak için mantık ile ruhbilim arasında bir eşgüdüm kurmak zorundayız” sözleri; bilgi kuramında (epistemolojide) mantık ile psikolojinin (insan bilgisinin biçimsel ve görgül yönleriyle ilgilenmek önemli olduğundan) birlikte ele alınması gerektiğini ortaya koyar.
Bilgi kavramını yalnız ‘algı’, ‘duyu’, ‘mantık’ ya da ‘ruhbilim’e de dayandırmamak gerekir. Örneğin, insanın geniş bir elektronik dalga tayflarından sadece kırmızı ile mor arasındaki renklerle temsil edilen dalga boyu aralığındaki ışınları görebildiğini artık biliyoruz. Sıcaklıkta açığa çıkan kızılötesi ve morötesi ışınları biliyoruz. Kimi çiçeklerin, arılar ve başka kimi böcekler tarafından algılanan, ancak bizim gözümüzün algılayamadığı morötesi renklere sahip olduğunu biliyoruz (Mayr, 2008, s. 87). Bu bilgiler geleneksel bilgi kavramı “özne-nesne” ilişkisini, “algı” durumunu aşacak niteliktedir. Fizikçi ve mühendislerin geliştirdiği aygıtlar büyüleyici atomaltı dünya ile birlikte galaksiler ötesi dünyaya pencere açmış olsa da, bu diğer dünyaların hiçbiri bizim normal duyu dünyamızın parçası değildir ve hiçbiri sağduyu gerçekliğimize katkıda bulunmaz. Bunları anlamak hayatta kalışımız için zorunlu da
değildir (Mayr, 2008, s. 88). Bu yaklaşım hem tanımladığımız algı ve duyuları aşmakta hem de doğrudan doğruya dirimbilim, fizik ve mühendislik alanları bilgisi olarak anlam
taşımaktadır. Russell (1982, s. 62) ‘tanımak’ ile doğrudan doğruya bildiğimiz bir şeyi anladığımızı söyler. Fizikçi ve mühendislerin açıklamaları, bize, tanımadığımız bir durum göstermektedir.
Bilgi gözle görülmeyen bir nesnenin varlığı; algılama, mantık, ruhsal durumun dışında kalmaktadır. Bu durumda “nasıl biliriz?” sorusu ‘özne’, ‘nesne’ ilişkisi dışında değişik yaklaşımları gerektirmektedir. Örneğin katı olarak algılayıp gördüğüm masanın aslında gözle görünmeyen nötron ve elektronlardan oluştuğunu bilmem için algı da
mantık da içinde bulunduğum ruhsal durum da yeterli olmamaktadır. Burada, masayı doğrudan doğruya algılayabileceğimiz hiçbir zihin durumu bulunmamaktadır. Masa üstüne bilgimizin bir doğrular bilgisi olduğunu ve bir nesneyi tanımlama yoluyla bildiğimizi biliriz (Russell, 1982, s. 63 Bilgi üstüne kurulu olmayan bir disiplin düşünülemez (Heimsoeth, 1986, s. 42).
Her akademik disiplin kendi bilen ve bilineni ile kendi bilgisini üretir (Mengüşoğlu, 1983, s. 47). Her bilim alanı kendi ürettiği bilgisi ile düşünür, disiplinlerarası da olsa kendi bilgisi ile gelişir ve kavramlarını kurar. Üretilen bilgi genellikle o disiplinin özgün yanıyla bağlantılı, o disiplinin yöntem ve tekniklerine uygundur. Bir disiplin bilgisinin ne olduğu, nereden, nasıl geldiği, o disiplin bilgisinin nasıl oluşturulduğu sorusu o disiplinin bilgi kuramı (epistomoloji) araştırmasının başladığını gösterir. Ancak; ‘bilgi nedir?’, ‘nasıl biliriz?’, Randall ve Buhler’in (1982, s. 56) sorularıyla: “zihin, aklın ve bilginin bütün malzemesini nereden alır?” ya da Heimsoeth’ün (1986, s. 43), “Bizim anlayış yeteneğimiz ve denemelerimiz hakikat olan bilgiye nasıl varır? Bilgi olanaklarımız nereye kadar uzanırlar?” sorusu gibi sorular bilim alanlarının bilgisine ilişkin değildir. Yine Heimsoeth’ün (1986, s. 42) deyişiyle,
bilgi kuramı, bilgi yeteneklerini kavramaya ve bilginin olanaklarını yoklamaya çalışır.
Bilgi kuramı, bütün bilimlerde elde edilmeye çalışılan bilginin kendisini, bilgi objelerinin birbirinden ayırımlı olmasına karşın bilgide her zaman aynı kalan insan aklını, akıl ve denemeyi, kavrama ve algılamayı inceler. Anlaşılacağı gibi, felsefenin bir disiplini olarak bilgi kuramı, disiplinlerin ‘nesne/obje’leriyle ilgilenmeden genel ‘bilgi’ kavramı ile ilgili görünmektedir.
Bilgi kuramı ile aynı anlama gelen bilgi teorisi, bilgi felsefesi, epistemoloji (Dick, 1999, s. 306; Moser, Mulder ve Trout, Aktaran: Çüçen, 2005, s. 29) yanında bilgi öğretisi/ gnosis (Gnoseologi, 2010) kavramları da kullanılmaktadır. Yunanca gnosis, episteme ile eşanlamlı olup bilgi, bilim anlamına gelmektedir. Bir bilim dalı olarak gnoseoloji de bilgi kuramı, bilgi öğretisi anlamını taşımaktadır. Gnoseoloji ve epistemoloji terimlerinin somut anlamlarının aynı oluşu ve çeşitli dillerde bu terimlerin ayrı anlamlarda kullanılışı, bulanıklığa yol açmıştır, Almanca'da gnoseologie, bilgi öğretisi ile karşılanır; N. Hartmann, gnoseologie terimine daha özel bir anlam vermiş, bunu bilgi kuramının temel parçası olarak görmüştür (Gnoseoloji, 2010).
Bilgi kuramı, doğru olan bilginin yolu ve yöntemi üzerine bir bilimdir (Aster, 1994, s. 11). Piaget (1984, s.1) ise, bilgi kuramını, “özelde bilimsel bilgi” olarak tanımlamıştır. Bilgi kavramı değişik dillerde ve kişilerde değişik biçim ve anlamlarda kullanılmaktadır. Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, bilginin kaynaklarını, nasıl bildiğimizi (Fallis ve Whitecomb 2009, s.175; Topdemir, 2009, s. 128), bilginin doğası, sınırları, kökenini (Dick, 1999, s. 305) ele alır. Amacı da varolanı tanıma, bilenl bilinenin ilişkisinin ortaya koyduğu şeyi anlama, bilinenin bilenin zihninde oluşturduğunu irdelemedir.
Yukarıda, bilgi kuramının felsefenin bir disiplini olduğu, sınırlarının bilginin ne olduğu, nasıl bildiğimizi araştırmak olduğu, kavramlardan yola çıkarak, uygulamalardan
uzak bir açılım gösterdiği, disiplinlerüstü bir özellik taşıdığı belirtildi. Nitekim, bilim alanlarında kuramlar gerçekleri beklerler (Pears, 1971, s. 2). En tipik örneklerinden
birisi, Darwin’in “evrim kuramı”na bağlı olarak, dirimbilim disiplini içinde geliştirilen ‘bilişsel evrimsel bilgi kuramı’dır. Kuramların kendi özgün alanları dışında etkilerinin
olduğu (Culler, 2007, s. 14); kimi aynı kavrama bağlı olarak birbirinden ayrı disiplinlerin kuramlar geliştirdiklerini de görürüz. Örneğin ‘anlam’ konusunda dilbilim,
yazın, mantık, anlambilimin birbirinden ayırımlı kuramsal yaklaşımlarının bulunması son derece doğaldır.