Bilgi Dereceleri
Bilgiyi, bilgi olmayandan ayırt etmek
Bilginin dereceleri, doğruluk ve kesinliği konuları-sorunu ilk çağdan beri tartışılmıştır… Sokrates, aklın ortaya koyduğu zihinsel, soyut, kavramsal, tümel bilgiye değer vermiştir. Öğrencisi Platon da çeşitli diyaloglarında uzun uzadıya tartıştığı “güneş metaforu-benzetmesi, bölünmüş çizgi anolojisi ve mağara benzetmesi” ile doğru bilgiyi, yanlış bilgiyi, inancı – kanıyı, diğer bir deyişle bilginin aşamalarını açıklamaya çalışmıştır. Ona göre duyusal olandan bağımsız yalnızca kavrananlar dünyasının, ideaların rasyonel bilgisi gerçek bilgi (neosis, epiteme) dir. Aristo temelde “bir şeyin nedenini açıklamanın, bir ilkeye dayanarak o şeyin özünü kanıtlamanın bilgi” olduğunu kabul eder. Platon gibi Aristo da değişmez olanın tümel bilgisinin kesin bilgi, doğru bilgi olduğunu ileri sürer. Fakat Platon?dan farklı olarak idealar dünyasının değil, bu dünyada (görünüşler dünyasının) gösterebileceğimiz nesnelerin bilgisinin gerçek bilgi olduğunu savunur. Platon?den beri “bilgi,doğruluğu haklılandırılmış – gerekçelendirilmiş inançtır - kesin kanıdır” tanımı ( E.Gettier, 1963?te yayınladığı makale ile bu tanımı eleştirmesine kadar) genel kabul görmüştür.
Bu tanımdan hareketle bazı temel kavramları ele almamızda yarar vardır: Önerme; doğru veya yanlış olabilen –kabul veya reddedilebilen- bir iddiayı-yargıyı ifade eden tümce. Doğru; bir önermenin gerçekliğe, olgulara uygunluğudır, gerçeklikle çakışmasıdır. İnanç; bir önermenin, yargının doğru olduğunu kabul etme. Gerekçelendirme-haklılandırma; bir önermeye olan inancın - kabulün gerekçelerini, desteklerini (doğru olduğuna güvence) ortaya koyma (doğru olduğuna güvence). Platon?a göre; bilgiyi elde edebilmek için, bir iddia'nın bilgi adını alabilmesi için en azından üç ayrı şart vardır: 1. Bir iddia bilgi durumuna gelmeden önce bir kanaattir. Buna Yunanca'da doksa (doxa) deniyor. Bu da herkesin kabul ettiği bir şeydir. Türkçeye'ye çevirirken inanç diye çevrilmektedir. „Doksa?nın inançla bir alakası yoktur. Kanaat ile yani kanı, sanı ile inanmayı birbirinden ayırt etmek lazımdır. Bir kanaattir o, daha henüz bir konu hakkında hesabı verilmemiştir. Sıradan bir görüştür. 2. Koşul, bilgi iddiasını dile getiren önermenin doğruluğudur. 3. Koşul ise bir kanıyı dile getiren doğru önermenin dayanaklarını gösterebilme, gerekçelendirme, haklılandırabilme, hesabını verebilmedir. Bunların sonucunda iddianız bilgi düzeyine gelmiştir. Şöyle bir örnek ile anlatmaya çalışalım: “Bugün hava yağmurludur” sözü bir bilgi iddiasıdır. İnanma bunun içerisinde var mı, yok mu? Şimdi inanma bütün bilgilerimizin "mod"udur. Bilgilerimizin altında yahut arkasında bulunan bir şey, içerisinde değil. Yani “bugün hava yağmurludur” iddiasına inanabilirim de inanmayabilirim de. İnanmam, benim o iddia ile olan ilişkimi o iddiaya karşı tutumumu gösteren bir şeydir. Yoksa, ona inanıp inanmamam o iddianın içeriğini değiştirmez. İnanma, bu anlamda bilgiyle ilgilidir; çünkü, bilgiye karşı takındığım bir tutumdur, hemde ondan bağımsızdır. “İnanç doğru olsa bile, temellendirmeden yoksun olduğunda bilgi değildir.” – Stephen F. Barker (Matematik Felsefesi kitabından) İslam filozofları, mantıkçıları, Kelam bilginleri ise ( İbn Sina, Farabi, Razi, Harputi gibi) kesinlik bakımından bilgileri şöyle sınıflandırıp sıralamışlardır: Şüphe (şek), Sanı (zan), Kuruntu (vehm), Taklid, Cehl (bilmenin zıddı), Tahayyül ve Yakîn. Onlara göre asıl bilgi yakîndir: kesin, sabit, olgulara mutabıkgerçeklikle uyuşan bilgidir. Özetle “Bilgi olmayan” (-sanki- bilgi gibi yorumlanabilen / bilgi olduğu sanılan) aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir: - Tahmin/kestirim - Kanaat/kanı/sanı - İnanç (geleneklerle, alışkanlıklarla, dinlerle, v.b. yapılana bağlantılı olarak) - Haber (enformasyon, ileti: betimleyici/açıklayıcı) Bilgiyi bilgi olmayandan ayırmada kullanılabilecek ölçütler (önem sırasına göre) şunlardır: 1. Kalkış noktası, bakış açısı 2. Nesneyi sunma tarzı biçimi 3. Gerekçelendirme 4. Sınama - doğrulama ortamları
John Locke'ta Bilginin Dereceleri Problemi Bilgi tanımları ışığında Locke, bilgilerimizi apaçıklık derecesi bakımından derecelendirir. Bu derecelendirme ideler arasındaki uyuşma ve uyuşmamayı algılayışımızın değişik yollarından kaynaklanır. Bu açıdan Locke, üç bilgi derecelendirmesi belirler: sezgisel, tanıtlamalı ve duyusal bilgi. Bilgi, ideler arasındaki uyuşma ya da uyuşmamanın algılanma yoluna göre üçe ayrılır; Sezgisel, Tanıtlamalı ve Duyusal. Sezgisel (İntuitif) bilgi: Zihnimiz iki ide arasındaki uyuşma ya da uyuşmama ilişkisini, başka bir ide araya girmeden dolaysız olarak algılayabiliyorsa, bu türden bilgiye sezgisel (intuitif) bilgi denir. Burada zihin herhangi bir inceleme ya da tanıtlama edimine girmeden doğruyu bir bakışta algılar. Bir karenin üçgen olmadığını, siyahın beyaz olmadığını böyle aracısız olarak kavrarız. Bilgi tanımında özdeşlik ya da başkalık tarzındaki uyuşma ya da uyuşmama biçimi, bu bilgi türünü tümüyle karşılar. Bu türden bilgilerde doğruluk kuşkuya mahal bırakmayacak kadar kesindir. Tanıtlamalı (demonstratif) bilgi: Bu bilgi derecesinde zihin ideler arasındaki uyuşmayı ya da uyuşmamayı algılayabilir ama bu birincideki gibi dolaysız olmaz. Burada iki ide arasındaki uyuşma ya da uyuşmamayı doğrudan algılayamayışının nedeni, zihnin, üzerinde araştırma yapılan ideleri onları birlikte gösterecek biçimde bir araya getirememesidir. Zihin bu durumda aradığı uyuşmayı ya da uyuşmamayı bulabilmek için bir ya da birkaç idenin aracılığına başvurmak zorunda kalır. Yani bir tür uslamlama yapmak zorunda kalır. Bu uslamlama sonucunda zihin, bir üçgenin üç açısıyla iki dik açının toplam büyüklükleri arasındaki uyuşmayı daha başka açısal hesaplamaların yardımıyla keşfetmiş olur. “Başka herhangi iki ide arasındaki uyuşmayı göstermeye yarayan bu aracı idelere kanıtlar denir; uyuşma ya da uyuşmamanın bu yoldan açık ve seçik olarak algılanmasına da tanıtlama denir. Çünkü bu anlığa gösterilmiş ve zihnin onu görmesi sağlanmıştır” (Locke, 1996: 305). Görüldüğü gibi bu yolla kesin bilgi elde etmek kolay değildir ve başlangıç olarak beliren bir kuşku durumunun giderilmesinin ardından gelir ve her adımda sezgisel apaçıklığın sağlanması gerekir. Sonuç olarak bu bilgi de sezgisel bilgi gibi mutlak doğruluk değeri taşır. Duyusal (sensitif) bilgi: Locke’a göre sezgi ve tanıtlamaya dayandırılamayan her şey ne denli güvenle kabul edilmiş olursa olsun ya inanç ya kanı düzeyinde kalmak zorundadır. Bir dışsal nesneden aldığımız idenin zihnimizde bulunduğundan daha kesin bir şey olamaz ve bu bir sezgisel bilgidir. Ancak, zihnimizde bulunan bu yalın idenin zihnimiz dışında gerçek bir karşılığının bulunup bulunmadığı kimileri için hep sorun teşkil etmiştir. Çünkü duyular herhangi bir dış nesne tarafından etkilenmeden de zihinde kimi zaman ideler oluşabildiği bilinen bir gerçektir. Ayrıca rüyalarda da zihnimizdeki ideler açık ve nettir ama bunların zihnimiz dışında nesnel bir karşılığı yoktur. Şu halde bir şeyin idesini taşıyor olmamız olgusu o şeyin var olduğunu tanıtlamaz. Bunların var olduğunu ancak üzerimizde etkide bulunurken bilebiliriz. Bunun dışında kalan zamanlarda bu varlıkların bir bilgisine sahip olduğumuz söylenemez. Deneyim bizi basit tarafından niteliklerden haberdar eder. Ama bu nitelikler arasındaki ilişkilerin deneyime dayanarak hiçbir biçimde güvencesine sahip değiliz. Biz nesneleri duyularımızla nasıl görüyorsak öyle algılarız ama tözü asla duyularımızla algılayamayız. Duyularımız aracılığıyla nesneler birbirleriyle gerçekten nasıl bağlantılıdır asla bilemeyiz Locke’a göre sezgisel bilgi bize varolduğumuzun kesinliğini verir; tanıtlamalı bilgi Tanrı’nın varolduğunu kanıtlara dayanarak bildirir ve duyusal bilgi öteki benlerin ve nesnelerin varolduğunu garanti eder ama sadece onları deneyimlediğimiz sırada garanti eder. Onun dışındaki zamanlar için bir şey söylemek güçleşir. Görüldüğü gibi Locke bütün bilgilerimizin kaynağı olarak duyu deneyimini göstermiş, ancak mantıksal yapılı bilgiler ve matematik bilgileri dışında mutlak bilginin bulunamayacağını onaylamak zorunda kalmıştır. |
Kaynaklar
- http://www.felsefedersligi.com
- http://www.felsefe.gen.tr/filozoflar/john_locke_bilginin_dereceleri_nedir.asp